Bugün, zamanında Türkiye’de öğrenci olayları denilen “büyük komplo” esnasında öldürülen arkadaşlarımızı anıyoruz. O olaylar esnasında vurulup öldü diye bırakılan ve bütün hayatı değişen Ülmen Aygın dostum, benden olaya tanıklığımı anlatan bir yazı istedi. Yazıyı Burhan Eraslan vasıtasıyla gönderdim. Ama yazıyı gönderdikten sonra, sizinle de paylaşmazsam, hem ölenlere hem de size karşı görevimi eksik yapacağım gailesi doldu içime…
O zaman…
Çapa’daki Kıbrıs Erkek Öğrenci Yurdu’nda kalıyorduk.
İlk akşam arkadaşlar, o gün sabah okula gitmek üzere yurttan çıkan iki delikanlının, o gün okulda görülmediklerini, akşamüzeri de yurda geri dönmediklerini söylediler. Gidebilecekleri bütün arkadaş evlerinde de arandıkları ama kendilerinden hiçbir haber alınamadığı anlatılıyordu.
O sene, ben Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisiydim. İstanbul’da altıncı yılım… Kendilerinden haber alınamadığından bahsedilen iki arkadaştan biri, Ülmen Aygın; birkaç ay önce gelmiş, henüz şehrin yabancısı ötekisi ise ikinci sınıfa yeni başlamış, İstanbul gibi bir şehirde, çok yeni… O yıllarda Türkiye’nin politik istikrarsızlığı ve sokaklarda hüküm süren terör dalgası dolayısıyla, çok tedirgin olduk ve yurdun tecrübelileri, birkaç arkadaş, bir toplantı yaparak, durumu değerlendirdik. Gençlerin, “kaybolduklarına” hükmettik. Polise de güvenmediğimizden, çünkü biz sol görüşlüydük ve o yılların güvenlik güçlerinin bize çok sempati ile bakmadığı bir sır değildi; ertesi gün sabah sabah bir basın toplantısı yaparak, iki arkadaşımızın kaybolduklarını ilân edip, kamuoyu baskısı ile polisi onları bulmaya zorlamaya karar verdik.
Gece yarısından biraz sonra, yurt müdürünün odasındaki telefondan, ismen benim arandığım söylenerek, çağrıldım. Telefondaki ses, çok yakındaki Çapa Tıp Fakültesi 2. Cerrahi Kliniği Acil Servisi’nde nöbetçi olan, sınıftan tanıdığım bir asistan doktordu! Adı halâ aklımda: Selçuk… “Hemen hastaneye gel… Burada ağzından yaralı genç bir çocuk var… Doğru dürüst konuşamıyor ama Kıbrıslı olduğunu öğrendik. Adı da galiba Salih! Yardımına ihtiyacımız var, hem bizim, hem de onun…” dedi… Salih, Ülmen’in babasının adıydı…
Hastane çok yakındaydı ama o yılların İstanbul’unda o saatte sokağa çıkmak da çok güvenli değildi… Birkaç arkadaşla konuştum, tek başıma değil, bir grup olarak çıkıp gitmeye karar verdik ve öyle yaptık. Ben Cerrahi Acil servise girerken, arkadaşlar da kapının önünde deyim yerinde ise “güvenlik önlemleri” aldılar. İçeri girdiğimde gördüğüm manzara, şuydu:
Acil muayene kabinlerinden birinde, beni çağıran Dr. Selçuk; kafasında alın aynası karşısına aldığı bir ışık kaynağından yansıttığı ışıkla, Ülmen’in ağzında, elinde bir pensetle bir şeyler yapmaya çalışıyor. Beni görünce, “gel” dedi, “bak sert damak’ta ne var?”
Ülmen’in sert damağında, ( Palatunum Durum) bir tabanca mermisi vardı! Kemiğe saplanmış ama delip daha yukarı gidememiş! Silahın, ağzının içinde patlatıldığı besbelli, çünkü dişleri ve içten yanaklarında bir yara izi yok! Sol yanağında, etrafında barut izi bulunan bir mermi giriş deliği vardı ama ağız boşluğuna girmemiş, yanağın içinden geçip, kulak altından çıkmış! Etrafındaki yanık ve isten, Adli Tıp’ta “Bitişik atış” denilen, yani namluyu cilde bastırarak ateşlenen bir silahın sebep olduğu bir yara… Üçüncü bir yara ise boyun sol yanını sıyırarak yüzeysel bir sıyrık yaparak geçip gitmiş.
Ben yaralarını gözden geçirirken, asistan arkadaşım,damaktaki kurşunu alamadı, Maxiller Sinüs dediğimiz, boşluğa kaçırdı. Zaten o halde şuur açık alabilmek de herhalde çok kolay bir iş, değildi.
Ülmen’in şuuru açık, aklı başındaydı… Ağzındaki alet edevat çekilirkenden bana söylediği ilk cümle: “Muharrem öldü…” Oldu… Ağzında patlayan silah nedeni ile dili, yanak içlerinde yanıklar olduğu için, peltek konuşuyordu ama ne dediğini anladım! Anlaşılmayacak gibi değildi…
O haliyle bana o sabah silah zoru ile kaçırıldıklarını, bütün gün rehin tutulduktan sonra, gece şehir dışına çıkarılıp kurşunlandıklarını, kendisinin ölü taklidi yaparak canını kurtardığını ama katiller gittikten sonra Muharrem’in ne seslenmesine ne de kendisini sarsmasına cevap vermediğini, bunun üzerine o durumda anayola çıkarak, geçen bir arabayı çevirip, hastaneye ulaştığını anlattı…
Kısa bir süre sonra, acil servis polis ve jandarma doldu… Dışarda beni bekleyen arkadaşların bir kısmı da acil servise daldılar. Ülmen yanık ağzı ile polise ifade verirken, dinleyerek, olanı biteni onlar da öğrendiler.
Benimle birlikte birkaç arkadaş, Ülmen’le kaldık…
Bir saat gibi bir süre sonra, sorumlu polis, ekiplerinin Ülmen’in tarif ettiği arazide genç bir erkek cesedi bulduklarını söyledi! Hiç şaşırmadım! Bir gecede iki mucize olamazdı…