USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000
Gündem

Dr. Mehmet Ali Sarı: İmam Hatipler özlenen okullardı!

İmam Hatip okullarının ilk talebelerinden, ilk hocalarından olan Dr. Mehmet Ali Sarı, kuruluş yıllarında çetin bir mücadele verilen İmam Hatiplerin özlenen okullar olduğunu dile getirdi.

Dr. Mehmet Ali Sarı: İmam Hatipler özlenen okullardı!
24-10-2022 12:33
Google News

Osmanlı sonrası yönünü batıya çeviren cumhuriyet ideologlarının dine yabancı-seküler bireyler yetiştirme projesine karşı değerlerine yürekten bağlı nesiller yetiştirmek amacıyla Müslüman Anadolu halkı tarafından kurulan İmam Hatip Okulları 71. yılına girdi.

Cenaze namazı kılacak, ölüleri yıkayacak imam bulunamadığı dönemlerden bugünlere kolay gelinmedi. Bu başarı hikayesinde nice kahramanların büyük rolü var.

İmam Hatip davası bu topraklarda yaşayan Müslümanların inançlarına sahip çıkmak için verdikleri destansı mücadelenin özetidir. Biz de bu sebeple İmam Hatip Okullarının ilk talebelerinden, ilk hocalarından ve aynı zamanda ilk kurucularından yazar muallim mu****inas Dr. Mehmet Ali Sarı ile kuruluş yıllarında verilen çetin mücadeleyi konuştuk.

İmam Hatip Okullarının ilk talebelerinden birisiniz. Sizin hikayeniz bir anlamda İmam Hatip Okullarının hikayesi. İmam Hatip maceranız nasıl başladı?

Ben 1938’de ilkokula girdim. Hem köy imamı hocam Muharrem Efendi hem de ilkokul öğretmenim Mustafa Gültekin 1923’lerde açılıp da sonradan çeşitli sebeplerle kapatılan İmam Hatip Okulu mezunlarıydılar. İlkokuldan mezun olunca da beni hafızlığa başlattılar ve köyümde hafız oldum. Tabii köy şartlarında Kur’an-ı Kerim’i usulünce okumam mümkün değildi. Beni Bolu’ya götürdüler. Bolu’da 2 sene Kur’an eğitimi aldım. Hem hıfzımı sağlamladım hem de Kur’an-ı Kerim’i usulüyle, tecvidiyle, meharic-i hurufiyle okumasını öğrendim. Sonra da Bolu’daki bu işle ilgili büyükler, bizi 3 hafız İstanbul’a getirdi. İstanbul’da kalacak yer bulamadık. Sonra Beyoğlu Ağa Camii’nde yatacak yer bularak orada kalmaya başladım. Oranın baş imamı Hafız Rahmi Şenses’ten -Allah rahmet eylesin- talim, kıraat ilmi, onun hocası Hafız Ömer Efendi’nin talebelerinden de Arapça okudum 1951’e kadar. 1951’de İmam Hatip Okulu açılınca da İmam Hatip’te talebe oldum. Birinci sınıftan başladık.

İmam Hatipler her yaştan talebeyi alıyor muydu? Yaş sorun olmadı mı?

O zaman yaş haddi sorun olmadı. İçimizde 12 yaşından 20 yaşına kadar kişiler vardı. Hep beraber 3. Selim’e ait bir sübyan mektebinde ilk derslerimize başladık. Son sınıfı Çarşamba’da şimdiki İstanbul İmam Hatip Okulu’nda okuyarak mezun olduk. Akabinde 1939’da ilk Yüksek İslam Enstitüsü açılmıştı, İmam Hatip’ten mezun olur olmaz oraya girdik. 1963’te de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun olarak İstanbul İmam Hatip Okulu’nda öğretmen olarak göreve başladık.

ŞARTLAR ÇOK ZORDU

İmkanlar nasıldı? Mezun olunca nereye gideceğiniz belli miydi?

Bir kubbe altıydı orası, dörde bölünmüştü mekân. 4 sınıf halinde 350 kadar kişi ders görüyorduk. Şartlar çok olumsuzdu, mektep sapa bir yerdeydi. Önümüz meçhuldü. Ne kadar okuyacağız, burası bitince ne olacağız, belli değildi. İkinci dönemde Vefa’ya taşındık. Yüksek İslam Enstitüsü’ne 80 kişi 2 sınıf olarak girdik.

İmam Hatipler nasıl bir atmosferde açıldı? Dini hayata yönelik baskılar nelerdi?

İmam Hatip Okulları özlenen okullardı, zaruretten açıldı. Ben hafızlığa çalışırken hocalarım hep yaşlıydı. Hep 70’in üstünde 80’lik hocalardı. Artık gençler imam, müezzin olmak istemiyordu. Din dersleri tukaka olmuştu. Hocalar artık Kur’an okutamıyorlardı, dini ders veremiyorlardı. Yasaktı. Muhtar, köy korucusu sigaya çekiliyordu: “Köyünüzde Kur’an okutuyorlar mı” diye. Ezan Türkçeleşmişti 1934’te. Müthiş bir takip vardı. Hocam 8 sayfaya kadar hafızlığımı takip etti fakat şikâyet etmişler “Kur’an okutuyor” diye. Hoca o kadar korktu ki… Benimle arasına mesafe koydu, “Oğlum, ben seni bundan sonra okutamayacağım” dedi. Sonra benimle hiç görüşmedi, yan yana bile gelmedi. Çünkü cumhuriyetin yeni kurulduğu o dönemlerde harf inkılabı olmuş, ezan, Kur’an Türkçe’ye çevriliyor, musiki şarkısı türküsü yasaklanmış, Mozart okunuyor. Hatta 1950’lerde İmam Hatipler açıldığında bile biz “İmam Hatip’te okuyoruz” diyemezdik. “Lisede okuyoruz” derdik. Şimdi bile İmam Hatip Okulları tam hak ettiği yerde değildir. Reis-i Cumhur çıkardığı halde bile. TBMM’ye yüzde 20, yüzde 30 milletvekili verdiği halde. İmam Hatipler hala bazı muhalefet partileri nazarında tükakadır. Varlıklarına tahammül etmezler.”

BU KALEM ÇOK 10 YAZAR EVLADIM 

Derslerinize giren İmam Hatip Okullarının ilk hocaları nasıl insanlardı?

Hocalarımızın hepsi Osmanlı bakiyesi insanlardı, Osmanlı’nın son devrini görmüş yaşlı insanlardı. Fakat çok arzuluydular. İstiyorlar ki onların takipçileri yetişsin. Genç hocalarımız yoktu, sadece Ankara İlahiyat Fakültesi vardı, dini bir kurum olarak. Orası da henüz mezun vermemişti. Sonradan onlar da geldi. Çok merhametli insanlardı, koruyucu gözle bakarlardı, iyi yetişmemizi arzu ederlerdi.

Biz Arapça okumuş olarak girmiştik. İlkokuldan gelenler vardı. Hocamız Bekir Haki Yener -Allah rahmet eylesin- bize Arapça imtihanlarında 10 verirdi, ilkokuldan çıkmış talebelere de 10 verirdi. Biz itiraz ederdik, “Hocam bize 10 veriyorsun, biz Arapça okuduk, ilkokuldan gelenlere de 10 veriyorsunuz. Onlar bizimle aynı bilgi seviyesine sahipler mi?” diye sorardık. “Evladım bu kalem çok 10 yazar” diyerek teşvik mahiyetinde hepimize 10 verirdi. Şimdi onun o duygularını daha iyi anlıyorum. Böyle okuduk biz, büyük zorluklar vardı, paramız yoktu. Bazen tramvayların önüne arkasına, biletçilerden kaçarak binerdik, bazen yürürdük. Yarı aç yarı tok böyle bir öğrenciliğimiz oldu.

İmam Hatiplilerin ilk nesli yokluk ve yoksulluk içinde eğitimini tamamlıyor. O yıllardaki zorluklardan bahseder misiniz?

Birçok arkadaşımız İstanbul tarafında medrese odalarında elektrik, su olmadan belki temiz değil örümcekli odaları kendi imkanları temizleyerek okudu. Ben Ağa Camii’nin imam bekleme odasında kalıyordum. Gündüz orada oturuyorlardı, sigara içip yerlere atıyorlardı. Taşlı yerler. Ben akşam o 3 oturaklı çekyatın üzerine bir şeyler ekleyerek onun üzerinde yatıyordum. İmamlar ve müezzinler evlerine giderlerdi. Genelde akşam, yatsı ve sabah namazlarını biz okurduk. Camiyi biz açardık, kapatırdık. Ezan okurduk. Çamaşırımızı kendimiz yıkayıp yemeğimizi kendimiz yapardık. Cebimizde paramız yoktu. Köyümüzden bazen annemiz pekmez yollardı. Bazen tereyağı gönderirlerdi, kışlık yiyeceklerden gönderirlerdi. Onlarla idare ederdik.

İmam Hatip’in ilk taleplerinde nasıl bir idealizm, motivasyon vardı?

Bir defa İmam Hatip’te çok arzuluyduk. Ben şimdiki gençlerde o hevesi o arzuyu pek müşahede edemiyorum. Biz hem kendimize bakıyorduk, yemeğimizi yapıyor çamaşırımızı yıkıyorduk. Bulunduğumuz yere hizmet olsun diye kaldığımız yerlerin vazifesini de yapıyorduk.

İmam Hatipliler her alanda kendisini iyi yetiştiriyor. Mesela sizin iyi derecede musiki eğitimi aldığınızı biliyoruz. Kimler vesile oldu?

Beyoğlu Ağa Camii’ne de Kemal Batanay diye bir zatın namaza geldiğini ve orada sohbet ettiğini görüyordum ben. Kemal Batanay kimdir diye sorduğumda “bir musiki hocasıdır” dediler. “Musiki dersi veriyor hem de hattattır” dediler. Ben camiye namaza gelişimde “hocam bana musiki dersi verir misiniz” dedim. “Tabii veririm oğlum, neden vermeyim. Bakın biz burada yakında oturuyoruz.” dedi. Hakikaten camiye 60-70 adım yakınlıkta bir apartmanda oturuyorlarmış. “Ne zaman geleyim hocam?” dedim, “yarın şu saatte gel evladım” dedi. Gittim, derse başladık. Ondan sonra ben hocayı hiç bırakmadım. Yani İmam Hatip Okulu ve onun öncesinde 1947’den 1951’e kadar 4 sene hep onlardan musiki dersi aldım. Hocam bana: “Oğlum sen burada musiki dersi alıyorsun ama bunun bir de resmi tarafı olması lazım. Sen konservatuvara da devam et” dediler. Ben konservatuvar imtihanlarına da girdim. Kazandım, 4 sene Yüksek İslam Enstitüsü okurken 4 sene de konservatuvardan klasik musikimizin eğitimini aldım. Çok değerli hocalarımız vardı. Nevzat Atlığ gibi diğer nazariyat hocalarımız vardı Bestekar Melahat Pars gibi. Onlardan dersler aldım. Münir Nurettin Selçuk, Şefik Gürmeriç… Onları rahmetle anıyorum. Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun olurken de oradaki eğitimimi tamamladım. Tanbur meşk ettim, Ercüment Batanay Hoca’dan. O bilgiyi, o kültürü aldım. Şimdi ondan çok yararlanıyorum. Talebelerime Kur’an okurken nasıl makamda okuyacaklarını, nasıl başlayacaklarını, nasıl bir ses kompozisyonu yapmaları gerektiğinin derslerini veriyorum tilavet teknikleri adlı dersimde. Benim çok işime yarıyor o aldığım musiki dersleri.

HÜRRİYE VE CUMHURİYET'İN İHL MANŞETİ: MAHALLELİ GERİCİLERE İSYAN ETTİ 

İmam Hatip yıllarında yaşadığınız zorluklar Yüksek İslam Enstitüsünde de devam etti mi?

O yıllar yine mahrumiyet yıllarımızdı. Öğle yemeği çıkardı talebeye. Ya kapuska çıkardı ya karavana ile mercimek çıkardı, bunu da İlim Yayma Cemiyeti yapardı, Allah onlardan razı olsun. Ama önümüze onların konması bile bir şeydi yani. Karnımız doyuyordu. Yarım ekmekle kifaf-ı nefs ediyorduk İmam Hatip Okulu’nda. Yüksek İslam Enstitüsü’nde de çok farklı değildi durumumuz. 60 tane yatılı vardı, yatılılara resmi yemek çıkardı biz yine o yemekten yiyemezdik, hocalarımız yerdi. Biz dışarıdan peynir ekmek ya da kendimiz pişirerek karnımızı doyururduk, 4 sene böyle geçti. Bir defa okul binamız yoktu, Yüksek İslam Enstitüsü Çarşamba’da İstanbul İmam Hatip Okulu’nun bir sınıfında açıldı. Ondan sonra ikinci dönemde Kabataş’ta Namık Kemal İlkokulu’na geldik, onun son sınıfını bize tahsis ettiler. Aşağıda 12-13 yaşında ilkokul çocukları var biz de yukarıda 20-22 yaşlarında okuyoruz. Oradaki mahalle ayağa kalktı “Biz bunları istemiyoruz, gericiler geldi okula. Çocuklarımız takunya sesleriyle büyüyorlar. Selamun aleyküm diyorlar. İstemiyoruz” dediler. Yani bizim düzenli bir okulumuz olmadan oradan mezun olduk.

O dönemin gazeteleri saldırıyor muydu İmam Hatiplere?

Hem de nasıl. Mesela Hürriyet ve Cumhuriyet Kabataş’ta maruz kaldığımız olayı manşetten büyük puntolarla haber yaptılar. “Mahalleli gericilere İsyan etti” falan gibi.

ALİ BARDAKOĞLU, MUSTAFA ÇAĞRICI TALEBEMDİ 

İmam Hatiplerin ilk talebelerinden olduğunuz gibi aynı zamanda ilk hocalarındansınız. Bu nasıl bir duygu?

Din Bilgisi, Kur’an derslerine girdim. Talebelerimi çok seviyordum. İçlerinden çok güzel talebeler, profesörler yetişti. İl müftüleri yetişti. Mesela önceki Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, İstanbul Müftüsü Mustafa Çağırıcı benim talebemdi. Hem talebeyken iyi hocalara rastladık hem de kendimiz iyi hocalar yetiştirdik.

CENZA KALDIRACAK ÖLÜLERİ YIKAYACAK KİMSE KALMAYINCA MECBUREN İMAM HATİPLER AÇILDI 

Cenaze namazı kıldıracak hocanın bile olmadığı zamanlar yaşanmış bu ülkede. O yıllardan bahseder misiniz? İmam Hatipler hangi boşluğu doldurdu?
O zamanlar zor zamanlardı. Köylerde namaz kıldıracak adam şöyle dursun cenazeleri yıkayacak kimse bile yoktu. Oradan buradan müracaat edile edile “Bize hoca bulun, cenazelerimizi yıkayamıyoruz” diye diye İmam Hatipler açıldı. Evvela 1949’da İmam Hatip kursları açıldı. Bu kursların kurucusu da Celaleddin Ökten Hoca idi. Hem kurslarda ders veriyor hem de bu kursların yetersizliğine şahit oluyordu. Bir de bu kurslara ortaokul talebesi alındı. Ortaokul talebesi o zaman parmakla gösterilecek kadar azdı. Lise talebelerinin yedek subay olduğu dönemden bahsediyorum.

Neden ortaokul mezunu istendi?

Çünkü talebe ilkokul ve ortaokulu okuyuncaya kadar inkılapları hazmetmiş oluyordu. ‘Kursa giderse yobaz olmaz’ mantığıyla ortaokul mezunu istiyor ama mezun bulamıyordu. Çünkü ortaokul mezunlarını kapışıyorlardı. Öyle her köşe başında lise falan yoktu. Bu sebeple “imam istiyoruz” diye o zamanki iktidar zorlandı ve bu vesileyle İmam Hatip kursları açtılar. Hatta: “9 aylık bu kurs, fazla bile. Türk çocukları zekidir, hemen öğrenir” falan diyerek onu bile çok gördüler.

Celaleddin Ökten Hoca İmam Hatiplerin resmî boyut kazanmasında nasıl bir rol üstlendi?

İmam Hatip Okulllarını zorluklara rağmen açan Celalettin Hoca, programını kafasında şekillendiriyor. O zaman Tevfik İleri hem talebesi hem de Bayındırlık Bakanı aynı zamanda Milli Eğitim Bakanlığı’na vekalet ediyor. İkisi birleşerek okulu 7 sene olarak açıyorlar. O günün Talim Terbiye Kurulu’na zorla kabul ettiriyorlar. Talim Terbiye Kurulu Kur’an-ı Kerim’in Arapça okunmasına itiraz ediyor, Türkçe okunmasını ısrarla istiyor. “Ne lüzum var Arapça’ya diyor.” Bunlarla büyük mücadeleden sonra okullar açıldı.

ŞİMDİKİ GENÇLERLE ARAMIZDA AŞAMADIĞIMIZ BİR BİLGİSAYAR DUVARI VAR

Bizim o zamanki muhatabımız kitaplarımızdı. Şimdiki gençlerin muhatabı bilgisayar. Gençler bilgisayarın cazibesini atlayıp da bize ulaşamıyor, biz de onlara ulaşamıyoruz. Çünkü biz yetersiz kalıyoruz. Bilgisayar çok renkli, dünyanın öbür ucuna gidebiliyorsun, grup oyunları, her renk var. Bizim neslimiz, yüklerini gençlere aktarmada çok sıkıntılı. Çünkü gençler yanımızda kalmıyorlar, biz onlara hitap edemiyoruz. Bilgisayar duvarını aşamıyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı’na çok iş düşüyor. Çocuk sınıfta mecburen oturuyor, benim yanımda mecbur olmadığı için oturmuyor. Hocasının karşısında 40 dakika oturabiliyor, orada çocuklara ne verirsek o kârdır. Artık evlerde anne babanın, nene dedenin çocuklara hitap etmesinin imkansızlığını görüyorum. Ama davamızdan vazgeçmeyeceğiz, ne kurtarabilirsek… Ulaşabildiğimizi yakalayıp kurtaracağız.

SUBAY ÜNİFORMASIYLA CAMİDE KUR'AN OKUMAM MANİSA'YA İMAM HATİP AÇILMASINA VESİLE OLDU

Sizin nesil İmam Hatiplerin hem talebesi hem hocası hem de kurucuları oldu. Siz herhangi bir İmam Hatip kuruluşuna öncülük ettiniz mi?

Askerliğimi yedek subay olarak 1964’te Manisa’da Melbusat Depo Bölük Komutanlığı’nda yaptım. Orada sivilden geçme bir yüzbaşı vardı Kasım Hondu, çok babacandı. Resmi kıyafetimle Manisa Lisesi’nde din derslerine gittim. Komutan müsaade etti. Sonra Manisa’da camilerde çok cemaat var ama Manisa’da İmam Hatip Okulu yok. Evvela oranın bir camisinde ikindiden sonra Kur’an okumaya başladım, cemaat çoğalmaya başladı. “Bir subay Kur’an okuyormuş” diye yayılmış, böyle büyük bir rağbet oldu. O zaman 57. Er Eğitim Tümeni vardı. Hâlâ da var. Her tarafı yüksek rütbeli subaylarda dolu ama bir teğmenin Kur’an okuması yasak diye bir hava yoktu. Ben de resmi kıyafetimi -biraz da sükse olsun, cemaat toplansın diye- giyer Kur’an okuyordum. Cemaat bayılıyor ben de okumaya bayılıyordum.

METRUK BİNANIN CAMINI TAKIP BOYADIK, OKUL HALİNE GETİRDİK

Kur’an okuma vesilesiyle Manisa’nın ileri gelenlerini de tanıdım. Demokrat Parti’den Rıfat Can Uyar mesela, Menderes’in aşığıydı. Yine ileri gelenlerden biri daha vardı, bunların ikisi de beni seviyordu. “Yahu burada İmam Hatip Okulu yok, açalım” dedim. “Nasıl olacak?” dediler, anlattım. Şöyle başladığımızı hatırlıyorum: “Pabuçlarımızı kapının dışında çıkarıp içeri girdiğimiz gibi, parti mülahazalarımızı dışarı çıkaracağız ve burada öyle bulunacağız” dedim. Dediler ki: “Bizim burada okul var. Falan yerde şu kurs var filan yerde bu kurs var.” Bir tarafta Süleyman Efendi’nin talebelerinin bir binası var bir taraftan Nurcuların bir binası var. “Ama onlar okul değil kurs” dedim. “Ne yapacağız?” dedi Rıfat Can Uyar. “Bina bulacağız, binayı hazırlayacağız. Din İşleri Genel Müdürlüğü’ne müracaat edeceğiz. Resimlerini çekip göndereceğiz ve okul açın diye başvuracağız” dedim. Bina bulundu, metruk bir ilkokul bulduk onların camlarını tamamladık, boyalarını yeniledik falan. Sonra okulun resimlerini çektik, Hulusi Özkul diye bir abimiz vardı, Din Eğitimi Genel Müdürlüğü’nde. Okulu hazırladık, müracaat ettik. Hulusi Özkul geldi, onu ağırladık. Okulu gösterdik, misafir ettik sonra gitti. Ardından okulun açılma kararı geldi.

İmam Hatiplerin ilk öncüleri müdür ihtiyacı varsa o alanda da hizmet etmiş. Siz o okulda idarecilik yaptınız mı?

Rıfat Abi bana, “Mehmet Ali, Allah razı olsun önümüze düştün, bak okul açılıyor. Okulun açılış döneminde okula müdürlük edeceksin” dedi. Benim de askerliğim bitiyor. “Abi benim memleketim Bolu. Ben Bolu-İstanbul güzergahında bir İmam Hatip’te çalışmak istiyorum” dedim. “Yok, burada en az 2 sene bu açtığın okula müdürlük edeceksin” dedi. O kadar yalvardı ki kabul etmek zorunda kaldım. “Yaz dilekçeni” dedi. Gittik dilekçeyi beraber verdik. Kaydını aldı. Kendisi de Adalet Partisi’ndeydi. Adalet Partisi’nde Manisa’dan milletvekili olmak isteyenler Rıfat Abi’nin elini öpmeden vekil olamazlardı. Dilekçeyi Ankara’ya gönderdik. Hemen telefon açtı. “Ankara’ya dilekçe gönderdik, Manisa’ya İmam Hatip Okulu açılıyor, takip edin dilekçeyi, dilekçe sahibi Mehmet Ali Sarı buraya müdür olacak. Bekliyorum” dedi. Gelen giden yok. Bütün Manisa Milletvekilleri Din Eğitimi Genel Müdürlüğü’ne gidiyorlar, müracaatı soruyorlar. Benim dilekçemi dosyama koymamışlar, milletvekilleri müracaat ettikçe “dilekçesi yok, dilekçe versin” diyorlar.

"GÖZYAŞLARIYLA AYRILDIK"

Neden dilekçeye onay verilmiyor?

Kalktım Ankara’ya gittim. Doğru Din Eğitimleri Genel Müdürlüğü’ne. İsmet Parmaksızoğlu’nun huzuruna girdim. “Efendim ben Mehmet Ali Sarı’yım” deyince adam yerinden fırladı. “Sen misin o milletvekillerini bizim başımıza saran?” dedi. “Efendim, affedersiniz, ben sarmadım” dedikten sonra yaşananları anlattım. “Ben seni yakında İzmir Yüksek İslam Enstitüsü açılacak, oraya hoca yapmak istiyorum” dedi. Beni hiçbir yere hoca yapmayacaktı ya Yüksek İslam Enstitüsü’nü tercih etmemi istiyordu. “Evladım seni İzmir’e hoca olarak tayin ediyoruz. Manisa’yı bırakıyorsun. Bir defa ‘hayır’ dedik, bizi zorlama. İzmir İmam Hatip Okulu’ndan sonra aynı sene Yüksek İslam Enstitüsü açılacak, oraya seni tayin edeceğim” dedi. “Peki efendim, Allah’a ısmarladık” dedik, geldik Manisa’ya.

Manisalıların tepkisi ne oldu?

Rıfat Can Uyar “Ne oldu?” dedi. “Abi tayin etmiyorlar” dedim. “Sen istemiyordun zaten, zorlamadın” dedi. Oradan gözyaşlarıyla ayrıldık. O sene İzmir Yüksek İslam Enstitüsü açıldı, oranın imtihanlarına girdik, orada hoca olduk. 3-4 sene çalıştık. 1971’de de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne, yuvamıza döndük.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
FACEBOOK SAYFAMIZI TAKİP EDİN...
ÇOK OKUNANLAR
ARŞİV ARAMA
ANKET TÜMÜ
Gaziantep'te hangi belediyeyi daha başarılı buluyorsunuz?