Abdullah Karakuş'un köşe yazısı:
Gündemde öne çıkan başlıklar arasında insan hakları eylem planı, Diyarbakır'daki evlat nöbetindeki anneler, HDP'ye açılan kapatma davası ve kadına şiddet var.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu hafta yapılacak kongrede 2023 manifestosu adı altında insan hakları konusunun ayrıntılarını anlatacak.
Bu hafta TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Hakan Çavuşoğlu ile insan hakları konularını konuştuk. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıkladığı eylem planını ‘memnuniyet verici' olarak değerlendiren Çavuşoğlu, HDP'nin tavırlarının ise demokrasi açısından kabul edilemez olduğunu vurguladı.
HDP'ye açılan kapatma davası ve Diyarbakır'da evlatlarını PKK'nın elinden kurtarmak için HDP önünde bekleyen annelerle ilgili olarak da Çavuşoğlu, “600 güne yaklaşan bu evlat nöbetindeki kritik soru, annelerin çocuklarını neden HDP'den istedikleridir. Bu durum annelerin HDP'yi PKK'nın bir uzantısı olarak gördüklerini ve evlatlarının dağa götürülmesinde HDP teşkilatlarının rol oynadığını düşündüklerini, bildiklerini gösteriyor. Eylemi yapanlar içinde HDP'ye oy verenlerin de olması, bu algının olgusal karşılığının çarpıcı bir tezahürü. Yasal bir siyasi parti olarak HDP'nin yasallık sınırları dışında hareket etmesi, demokrasimiz açısından kabul edilemeyecek bir durumdur. Kapatma davası ile ilgili kararı yargı verecek. Ama anneler zaten tepkileriyle ve eylemleriyle HDP'yi kapattı” diyor. Milliyet'i ziyaret eden Çavuşoğlu sorularımı şöyle yanıtladı:
EYLEM PLANI MEMNUNİYET VERİCİ
- Açıklanan insan hakları eylem planını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından kamuoyuna açıklanan ve Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan Türkiye İnsan Hakları Eylem Planı, AB İnsan Hakları ve Demokrasi Eylem Planı muvacehesinde yürütülen çalışmalara ülke düzeyinde bir karşılık oluşturmaktadır. Plan, ‘Özgür Birey, Güçlü Toplum' şiarıyla takdim edilmiştir. Bu plana yansıyan önerilerin ortaya çıkmasında Komisyon çalışmalarımızın çıktılarının küçümsenemeyecek bir katkısı var. Plan, kozmetik dokunuşlardan değil çok iyi çalışılmış ve günlük hayata dokunan, insan haklarının özellikle sosyal boyutunu şimdiye kadar hiç olmadığı kadar öne çıkaran bir içeriğe sahip. Engelliler, yaşlılar, çocuklar ve gençler gibi farklı sosyal grupları hedefleyen ‘kırılgan kesimlerin desteklenmesi' amacının da altını çizmek isterim. Kamuoyunda çokça tartışılan cezaevinde anneleriyle kalan çocuklar konusunda anne-çocuk ünitelerinin önerilmesi ve bunun mesela Sincan Cezaevinde hayata geçirilmiş olması, tahliye edilen hükümlülerin topluma yeniden uyumları için iş ve çalışma hayatına katılımını sağlayan işverenlere teşvik imkanları getirilecek olması, cezaevlerinde dijital dönüşüm gerçekleştirilerek hükümlü ve tutukluların yakınları ile görüntülü olarak görüştürülecek olması gibi hedeflere yer verilmesi memnuniyet vericidir.
HDP'NİN TAVRI DEMOKRASİ AÇISINDAN KABUL EDİLEMEZ
- HDP'ye açılan kapatma davası ve Diyarbakır'da evlatlarını kurtarmak için HDP önünde bekleyen anneler ile ilgili neler söyleyeceksiniz?
Diyarbakır anneleri, PKK tarafından kaçırılan çocuklarına kavuşma ümidiyle HDP'ye karşı, 3 Eylül 2019'dan bu yana HDP Diyarbakır İl Binası önünde oturma eylemi yapıyor. 600 güne yaklaşan bu evlat nöbetindeki kritik soru, annelerin çocuklarını neden HDP'den istedikleridir. Bu durum annelerin HDP'yi PKK'nın bir uzantısı olarak gördüklerini ve evlatlarının dağa götürülmesinde HDP teşkilatlarının rol oynadığını düşündüklerini, bildiklerini gösteriyor. Eylemi yapanlar içinde HDP'ye oy verenlerin de olması, bu algının olgusal karşılığının çarpıcı bir tezahürü. Yasal bir siyasi parti olarak HDP'nin yasallık sınırları dışında hareket etmesi, demokrasimiz açısından kabul edilemeyecek bir durumdur. Kapatma davası ile ilgili kararı yargı verecek. Ama anneler zaten tepkileriyle ve eylemleriyle HDP'yi kapattı. Türkiye'nin her tarafından annelerin büyük bir sabır, cesaret ve özveriyle sürdürdüğü bu nöbete, Komisyon olarak onları ziyaret etmek suretiyle biz de destek verdik. Kandırılarak ailelerinden koparılan gençlere uzanan anne elleri karşılıksız kalamaz.
TOPLUMSAL BİLİNÇ VE FARKINDALIK ÖNEMLİ
- Kadınlara yönelik şiddeti nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durum nasıl sıfırlanabilir?
Kadına karşı şiddetin nerede, hangi ortamda, kim tarafından yapıldığına bakılmaksızın önlenmesi elbette temel önceliklerimizden biri olmalıdır. Kadına karşı şiddetin günlük hayatın rutin bir parçası haline gelmesine ve bu olayların artarak devam etmesine müsaade edilemez. Nitekim kadına karşı şiddetle mücadele için yapılması gerekenleri tespit etmek amacıyla TBMM'de bir araştırma komisyonu kurulmuş bulunmaktadır. Kadınların ölümü, yaralanması ya da sakat kalmasıyla sonuçlanan şiddet olaylarının failleri çoğunlukla onların en yakınlarındaki insanlardan oluşmaktadır. Buna ek olarak cinsel taciz, cinsel şiddet ve tecavüz vakaları da kadına şiddetin önemli görünümleri arasında yer almaktadır. Kadına karşı şiddetin önlenmesinde Türkiye'de vakaların sayısal artışı biraz da görünürlük artışıyla ilişkilidir. Kadına karşı şiddetle mücadele konusunda Türkiye hem mevzuat hem de idari uygulamalar açısından çok ciddi adımlar atmış bulunmaktadır. Kadına karşı Şiddetle Mücadele için 2020 yılında tüm il valilerine gönderilen genelge, Devletin kolluk güçlerinin bu konuda eğitilmesini ve farkındalığının arttırılmasını öngörmekte ve bunun için yapılacaklar sıralanmaktadır. Şu da unutulmamalıdır ki, kadına karşı şiddetin önlenmesinde devlet kurumlarının yanı sıra toplumsal bilinç ve farkındalık da önem taşımaktadır.
SÖZLEŞME CİDDİ TAHRİBATLAR OLUŞTURDU
- İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmamızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Anayasamıza göre aile toplumun temelidir. Kadın da ailenin temelidir. İstanbul Sözleşmesi aile yapımızda ciddi tahribatlar oluşturdu. Bundan sonra aile yapımızın korunmasına dönük çabalarımızı, sözleşmeden bağımsız olarak artırarak devam ettireceğiz.
Batının karnesi kırıklarla dolu
- Dünyaya baktığımızda Türkiye'nin insan hakları raporu nasıl? Dünyanın karnesi nasıl?
Hem soğuk savaş döneminde hem de sonrasındaki ABD hegemonyacı sistemde, özellikle güçlü devletler insan haklarını, zayıf olarak gördükleri ülkelerin içişlerine müdahale etme ve siyasi baskılama aracı olarak kullanmaya başladı. ABD'nin 11 Eylül saldırılarına karşılık olarak Afganistan ve Irak'ta yol açtığı insani yıkım, uluslararası insancıl hukukun kavramlaştıramayacağı bir yıkımdır. Dolayısıyla, dünyadaki insan haklarının durumunu retorik üzerinden değil reel durum üzerinden okuduğumuzda göreceğimiz çıplak gerçek budur. Hiç şüphesiz, bu durum, insan hakları ideallerinin yanlışlığını ya da önemsizliğini göstermez. Sadece, insan hakları düzeninin ‘büyük sineklerin delip geçtiği, küçüklerin takıldığı' bir ağ muamelesi olduğunu gösterir. Türkiye'ye gelirsek, ülkemiz 15 Temmuz 2016'da benzeri olmayan bir darbe girişimine maruz kaldı. Bir yandan bu darbenin sorumluları ile mücadele süreci diğer yandan Suriye iç savaşı ve Türkiye'nin dünyanın en büyük göçmen misafir eden ülkesi haline gelmesi, PKK ile mücadele, AB'nin Türkiye'ye taahhütlerini Yunanistan ve Güney Kıbrıs'ın çıkarlarını esas alarak yerine getirmemesi ve Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin çevrelenerek buradaki haklarının gasp edilmek istenmesi Türkiye'nin üzerinde büyük bir baskı üretti. Buna rağmen Türkiye, insan hakları durumunu iyileştirmek konusunda güçlü bir yönelime sahiptir ve İnsan Hakları Eylem Planı da bunun somut bir tezahürüdür. Ben Türkiye'nin karşı karşıya olduğu tehdit durumunu göz ardı ederek yapılan değerlendirmelerin hakkaniyetli bir bakış olmadığını düşünüyorum. Türkiye'nin İnsan Hakları karnesi düne nazaran bugün çok daha iyidir. Buna karşılık Batı'nın insan Hakları karnesindeki kırıklar her geçen gün daha da fazlalaşmaktadır.
AVRUPA DEMOKRASİDE İKİRCİKLİ
- Avrupa'nın teröristleri ülkelerinde barındırmasını insan hakları ihlali açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
AB ülkeleri PKK'yi terör örgütü olarak tanımalarına rağmen faaliyetlerine müsaade ederken, PKK'nın Suriye kolu YPG'yi terör örgütü olarak görmüyor ve bu örgütle diplomatik ilişkiler kuruyor. PKK Avrupa'da haraç topluyor, uyuşturucu satıyor, insan kaçakçılığı yapıyor. Dahası, PKK Avrupa'yı silah tedariki ve üye toplamak için lojistik üs olarak kullanıyor. AB üye ve kurumları ise, terör örgütüne karşı adım atmak yerine sokaklarını bu örgütün propagandasına açıyor ve siyasi olarak da destek sunmaktan çekinmiyor. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, önde gelen isim ve üyelerinin Almanya ve İngiltere gibi bazı Avrupa ülkelerine kaçmasıyla birlikte FETÖ, PKK ile birlikte AB ülkelerindeki terör gündemine dahil oldu. Örgüt, Türkiye karşıtı çevrelerce Türkiye'yi siyaseten köşeye sıkıştırmanın ve baskı yapmanın bir aracı olarak görülmektedir. Darbe girişiminde bulunan bir örgütün bazı AB ülkeleri tarafından desteklenmesi demokrasi ve hukuk devleti konusunda Avrupa'nın ikircikli bir tavır benimsediğini gösteriyor.