?>

Şehr-i Sitanbul

Bülent Kaan Köse

6 yıl önce

Geçtiğimiz hafta birkaç günü, gençliğimin şehri İstanbul’da geçirdim. Kırk yıl ara ile, İstanbul… Gene büyük, gene metropol, gene şehirlerin şahı idi… Gene Nedim’i haklı çıkardı: “O şehri Stanbul ki bi mislü bahadır, Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır…” Bunca yıldan sonra birkaç günlüğüne bir daha dönüp bakınca, neler gördüm? Bir defa artık kömür kokmuyor! Dünya kadar yol, köprü, alt geçit v.s. yapılmış ama halâ trafiği keşmekeş! Trafiğe kapatılmış ama bu defa İstiklal Caddesi’nde artık, cadde içinde de yürüyemiyorsunuz, öyle kalabalık. Ve halâ insanlar yan tarafa bakıp, öne doğru yürüyorlar. Tosla gitsin, ayıp değil… Halâ her şey var! Parana göre eğlenebiliyorsun. Ayıptır söylemesi, balığı Boğaz’da yersen bir asgari ücret veriyorsun da Köprü’de yerseniz aynı balık, üç kişiye otuz lira! İstanbul bu… Ayasofya, bin beş yüz yıl olduğu gibi gene muhteşem ama halâ şehrin anıt mesabesindeki en güzel binası, Süleymaniye Camii, Sinan’dan dünyaya bir hediye olarak, Haliç’e tepeden öyle güzel, öyle nazlı bakıyor ki! Muhteşem Süleyman, halâ “ben buradayım” diyor camisinin kubbesinden aşağı bakarak, sanki! Bozdoğan Kemeri de “bizi unutmayın” diyor sanki de… Benim gençliğimde, İstanbul Avrupa’nın en doğudaki şehri idi… Zaten Doğu Hristiyanlığının da merkezi değil mi? Şimdi, Asya’nın en batıdaki şehri olmuş! Araplara çok kızıyorsunuz, kızmamak da kolay değil evet ama daha yüz yıl evvel, bu şehrin onların da başkenti olduğunu unutmayın… Ve fakat Taksim çevresinde dükkancılar bana bile Arapça seslenince, “tilt” oldum! İnsaf ya habibi… Çarşaflısı var, baş örtülüsü var, peçelisi var… Ama bizim kadınlarımız gibi saçları düzenli normal batılı “libaslar” içinde dolaşan makyajlısı da var, kıçı başı açık, çanağının ucu meydanda bir şortla, sokak kenarında bilmem necilik edeni de var! Kıyamet… İşportaya düşmüş… Buyrun! Osmanlı’nın “mümtaz millet”i bu haldedir, tarihin bu çağında… Araplara kızınız, diyeceğim yok ama zebellah gibi Afrikalılar’ı ne yapalım? Onlara bir şey desek, ırkçılığa girer Allah alem! Sokaklarda sebil gibi akıyorlar… Sürüsüne bereket, ila maşallah… Derken… Bir de baktık ki bir o kadar da çekik gözlü insanlar dolanıyorlar! “Bunlar bizim Orta Asyalı soydaşlar olsa gerek canım, Turan ehalisidir” deyip, yüreğimizi soğutacaktık ki bizim son zamanlarda Japonca’ya merak düşürmüş Ada, “Baba” dedi, “bunlar Japonca konuşuyorlar… Özbek, Kırgız değil basbayağı Japon bunlar”! HAİ… Kabul ettik ne yapalım? İnsan insandır, Ayasofya önünde hatıra fotoğrafı çektiren, Japon! Derken, daha kısa, birazcık daha esmer, sanki biraz kendine daha az güvenli Çinliler’i fark ettik… Japonlar kadar, kendilerinden emin görünmüyorlar ama hiç de birinden bir kompleks duyar halleri yok… Gemi ile Boğaz Turu’na çıkardım Ada’yı, karşımızdaki koltukta iki Çinli kız! En çok da Rumeli Hisarı’na sardırdılar. Eskiden olsa bir makara film harcayacaklardı. Allah’tan şimdi dijital… Çin Seddi’ni yapan herifin kızı da İnterkontinental Hotel binasına mı hayran kalacaktı, allahınızı severseniz? Ve Rumlar! Beyoğlu’nda halâ Rumca şarkı söyleyip, santur çalan Rumlar var bişet değil, dünya kadar da Yunanlı turist, sokakları doldurmuş… Taksim’deki camii inşaatını beğenmedim! Tarihe mi meydan okunuyor? O camii orada durunca, o bölgenin fetihten beri Levanten mahallesi olduğu tarihten mi silinecek?Ama ezanı adabında ve makamında okuyan müezzinler, çok hoşuma gittiler… “Gerici” Beyoğlu Belediyesi’nin  düzenlediği Sahaf Fuarı’ndaki canlı müzik performansları, iğne atsan yere düşmeyecek kalabalık ve çarşaflı/peçeli okur tipleri de çok ilgimi çekti… Taksim Meydanı’nın yarısını kitapçı dükkanı yapmışlar. Dön dolaş, bitmiyor… Tom Miks de var, Das Kapital de… Meşrebine göre, seç seç oku… Ay sonu bizde de Kitap Fuarı var, gidip bakmazsam namerdim! Ha bu arada: İki kitabımın yayınlanması işini de kotardık… Hatta üç! De isimlerini vermeyeyim, çıkınca görürsünüz…Kitap dedik de!
YAZARIN DİĞER YAZILARI