24 Mart 2011yayınladığım yazıda da çekincelere değinmişim… “Başkanlık Sistemi, ABD’de demokrasi üretirken, uygulandığı bazı başka ülkelerde, diktatörlük üretiyor. Özellikle Güney Amerika’da, örneğin Arjantin’de popülist başkan Peron’un diktatörlüğü, kendi ile bitmedi; ölümünden sonra eşi tarafından da sürdürüldü. Ve üstüne üstlük bu diktatör, bir de halk tarafından çok sevilen bir diktatördü! Çünkü, popülist idi de… Ya Paraguay’da 1954’ten başlayıp yedi defa başkan “Seçilen” Gen. Alfredo Stroessner? Küba’da Fidel Kastro’nun ancak darbeyle ülkeyi elinden alabildiği Batista’yı mı istersiniz? Yoksa 200 yıllık bağımsızlığın ardından seçimle gelen ilk başkan olan Aristide’in, halkın kanını, evet yanlış işitmediniz damarındaki kanını satarak dolar milyarderi olması yetmezmiş gibi, iç savaş çıkmadan, makamını terk etmemesini mi? Jean Baptiste Aristide, müstear adıyla Baby Doc ayni zamanda bir papazdı da üstelik… O kıtada, bir tek başkan, demokratik bir sisteme yönelmeye kalktı, o da “Komünist” olduğu gerekçesi ile ordu tarafından katledilip, devrildi: Dr. Salvador Allende… Güney ve Orta Amerika’yı bırakıp, bizim bölgemize gelelim isterseniz. Başkanlık Sistemi’nin ürettiği “Yasal diktatörlere” şöyle bir bakalım: En ünlüsü, Saddam Hüseyin… Sonra, yerine padişahlık gibi oğlunu bırakan Hafız Esat, akrabamız da olsa, gene yerine oğlu geçen, HaydarAliyev ilh… Saymakla bitmez… Uzak doğuya gidelim… İlk sırada aklıma 1955’te seçimle iş başına gelip, ülkeyi harabe etmeden gitmeyen seçilmiş başkan Ngo Dinh Diem geliyor… Vietnam’da…Adam, seçimle gelmiş, başkan! Memleketi mahveden bir diktatöre dönüştü… Neden Başkanlık Sistemi, ABD’de demokrasi, başka hemen her yerde de diktatörlük oluşturuyor? Bunu insanların geriliği ya da makama gelenlerin niyeti ile açıklayamazsınız… …Bütün yetkileri bir merkezde toplayıp, başsavcıyı da, başhakimi de, ordu komutanlarını da, istihbarat başkanını da, bakanları da atama ve yönetme erkini eline verdiğiniz kişi, eğer bir de partisi ile eski “Disiplin” bağını sürdürür de meclis denetiminden kurtulursa, demokrasi değil; diktatörlük doğuyor… Paraguay’da da ayni şey oluyor, Vietnam’da da… Başkanlık Sistemi’nde, yasama, yürütme ve yargı’nın güçler ayrılığı ilkesini doğru ve kuvvetli kurarsanız, demokrasi; kurmazsanız, diktatörlük kuruluyor.” Demişiz o yazıda! 25.03.2011 günü de önerimizi getirmişiz: “Ben, bizde de Başkanlık Sistemi’ne geçilmesinden yanayım… Ancak, ABD geleneğinden gelmediğimize ve nasıl kolayca diktatörlüğe dönebileceğini gördüğümüze göre, ABD’de uygulanan mantığın aynen uygulanması koşuluyla… Yoksa tipik bir Orta Doğu Sendromu’na kapılmamız, hiç de kişilerin niyetine bağlı olmadan kaçınılmazdır. Onun için yapmamız gerekenler ise, aşağıda sıralanmaktadır: a- Öncelikle başkan seçilecek kişi ile partisi arasında hiçbir bağın kalmamasını sağlayacak önlemler alınmalıdır. b- Yürütme ile Yasama arasındaki güç dengesi, kesin ve değiştirilemez önlemlerle düzenlenmeli, yürütmenin yasamaya müdahalesinin önüne geçilmelidir. ( Ek: Hükümet, ABD’de olduğu gibi bütçe dışında yasa önerememelidir. Bütçe’nin her kaleminin serbest bırakılması da meclisin yetkisinde olmalıdır.) c- Başkan’ın meclis çoğunluğunu da oluşturacak partisinin, kendisini denetlemesine cevaz vermek üzere, seçim sistemimiz değiştirilmeli; ABD’de olduğu gibi bütün halkın katıldığı önseçim ile ya dar bölge veya çarşaf liste usulüne girilmeli, milletvekilleri işgüderlikten çıkarılmalı, “Gebe” kalacaksa, halkın tümüne “Gebe” olması sağlanmalıdır. ( Ek: Çarşaf liste dedikse, bu olan değil! Yerellik tam kaldırılmalı, karma aynen devam etmelidir! Elli tane tik vermek zor geliyorsa, hiç şikâyet etmeyelim…) d- Yargı’nın tam bağımsızlığı sağlanmalıdır. (Sırası gelsin, önerilerimizi yaparız) e- Siyasal Partiler Yasası değiştirilmelidir. (Günü gelince önerilerimizi duyururuz) f- Meclis iç tüzüğü değiştirilmelidir. (Anayasa’yı değişince, o da kendiliğinden formata girer) Bu önlemlerle düzenlenecek bir Başkanlık Sistemi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin tam uygulanacağı bir başkanlık sisteminin, ben savunucusuyum.” …Bir taraftan “Bu memleket bizim, biz yöneteceğiz” deyip, öte yandan nasıl yönetmemiz gerektiğine dair fikir ileri sürme cüretinde bulunanın da üstüne çullanmak, hem bir çelişkidir ve hem de aslında, yönetmemizi istemeyenin ekmeğine yağ bal sürmektir. Unutulmaması gereken bir gerçek de hiçbirimizin ağzından düşmeyen “Değişim” ile ilgili bir özdeyiştir: “Değişim, eskiden beri alışılagelen düşünce ile gerçekleşemez. Değişimin, kendi değişik düşüncesi olmalıdır.” Eski yolları eskiden bildiği gibi yürüyenler, eskiden çıktıkları yerden başka yerlere çıkamazlar. Büyük Mevlâna’nın o çok ünlü sözleriyle: “Eskiye dair her ne varsa söylendi cancağızım. Şimdi yeni şeyler söyleme zamanıdır.” Demişiz o zamanlar… Ahmet’i değil de Mehmet’i seçmekle hiçbirşey değişmiyor! Hele bir de Mehmet’in düzene eklemlenme hırsından başka hiç bir fikri ve değişim önerisi de yoksa… Meraklısı 26.10.2010 tarihli yazıma da bakabilir… Yarın da onu hatırlatayım mı?