?>

Barışçı "sol" fikirler...

Bülent Kaan Köse

7 yıl önce

Son günlerde bazı arkadaşlar “Solculuk ederik” zannederek, hep bir ağızdan Anastasiadis’in bir Helen ulus devleti içinde azınlık olmak önerilerine öyle bir sarıldılar ki insanın aklına acayip şeyler geliyor. Sadece cehaletten mi? Yoksa başka bazı güdülenmeler de mi var?    “Eşitlik olur mu?”, “Dönüşümlü başkanlığa ne gerek var?” “Türkiye defolsun gitsin de sonumuz ne olursa olsun!”… “Başkan Türk olmuş, Rum olmuş ne önemi var?” yazdı çok bilmiş bir çocuk, geçen gün! “Ulusal Sorun’un ne önemi var?” demek istiyor…  Sınıf kardeşliği yetiyor allâmeye… Ulus, önemsiz bir kategori, zaten “aşıldı”! Evreni, kendi aklının sınırları temsil eder sanıyor, bazıları!   İzninizle solculuk, sosyalizm falan söz konusu edilecekse, herhalde feşmekân barda kafayı bulmuş, filanca çok bilmişin değil, bu işin bilinen ustalarının görüşleri argüman alınmalı, değil mi?   Baştan başlayalım… Sosyalizmin bilinen önderlerine göre, böyle birden fazla halkın bulunduğu ve çatıştığı bir ülkede, devletin yapısı ne olmalıymış?   “Engels de tıpkı Marx gibi, proletarya ve proleter devrim açısından, demokratik merkeziyetçiliği, bir ve bölünmez cumhuriyeti savunur. Federatif cumhuriyeti… Bazı koşullarda bir ilerleme olarak düşünür. Ve bu özel koşullar arasında, ulusal soruna ilk planda yer verir... Her ikisinin de… Yapıtlarının hiçbir yerinde... Ulusal sorunun öneminin küçümsendiği, geçiştirildiği görülemez.” ( LENİN- Devlet ve İhtilâl. Sayfasını da siz bulun artık. Nasılsa,  bilmediğiniz yok!)    Neymiş? Ulusal mesele, önemliymiş! Kim diyor? Dünya tarihindeki en önemli sosyalist ihtilali yapmış adam, Lenin… Karl Marx’tan aktararak… O kadar önemliymiş ki böyle bir sorun varsa, devlet biçiminin federasyon olması, bir ilerleme imiş! Diyor! Ben onun yalancısıyım…   Peki, neye federasyon denilirmiş?   “Federal bir devleti, bütün halindeki devletten, iki nokta ayırt eder; birincisi, federasyonun üyesi olan her devletin, her kantonun kendi medeni hukukuna ve ceza yasasına sahip bulunması...; ikincisi, halkın meclisi yanında, her kantonun büyük olsun, küçük olsun, oyunu kullanabileceği bir devletler temsilcileri meclisinin, bulunmasıdır.” Neymiş? Bir de Devlet Temsilcileri Meclisi olmalıymış ve burada büyük olsun, küçük olsun, her kurucunun tek oyu olmalıymış! Eşit yani! Kim söyler bu terbiyesizliği(!) ? Efendim, Freidrich Engels… Erfurd Programının Eleştirisi’nde…  Sayfa numarasını bulamazsanız,  Brüksel’e sorunuz…    “Kurucu devletler ya da kantonların, büyük küçük olmadan tam eşitliği olmazsa, federasyon, olmazmış!”  der bu Engels…  Nigo gücenecek, ona yanarım!    Yani, bütün yoldaşlar hep beraber, ortak bir mecliste, milliyetçiliği da reddederek, ortak karar alsak, olmaz mıymış?   Olmazmış! “Polonyalı yoldaşlarımız,… Ortaklaşa tayin iddiasını o kadar beğeniyorlar ki... Bütün gericiler ve burjuvalar, belirli bir devletin sınırları içinde zorla tuttukları uluslara, ortak bir parlamentoda, kaderlerini ‘ortaklaşa tayin etme’ hakkını, tanırlar. Wilhelm II de , Belçikalılar’a, Alman İmparatorluğu’nun kaderini, bir ortaklaşa Alman parlamentosunda ‘ortaklaşa tayin etme’ hakkını tanıyor... Eğer bu (tavır) bu kadar yürekler acısı olmasaydı, gülünç olabilirdi!” der ve “Tek başına ortak parlamentonun, çoğunluğun egemenliğinin dayatılması olduğunu” söyler! Kim? Lenin! (Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı)  Hrisostomos öfkelenecek diye korkmasam, ben da söylerdim…    Ayni kitabında bir da üstünden der ki mübarek adam: “ Halklar, büyük pazarın değerini bilirler ve birlikten yana oy kullanırlar. Eğer gündelik hayat, çekilmez bir hal alırsa, ancak o zaman ayrılmak isterler. Bu durumda da halkların kardeşliğine ve demokrasiye giden en en uygun yol, ayrılıktır!” ( Google’da pdf’i var… Hore hore da göresiniz… Beleş! Bira parasını kitaba vermeyin, yazıktır!)    Bir de üstüne, tüy diker: “Ezilen ulus burjuvazisi, ezen ulusa karşı mücadele ettikçe, biz her zaman için, her durumda ve herkesten daha azimle, onun taraftarıyız; çünkü biz, ezginin en ateşli ve en tutarlı düşmanlarıyız.”  Yuh! (Gene aynı eser.)   “Ayrı  örgütlenme olduğunda, bazen kendi şovenizmleri ile uğraşmak, küçük halkın devrimcilerinin gözünü kör eder ve büyük halk şovenizminin peşine takılırlar” da demez mi bir de kapak olarak? Allah müstehakını vermeye… Sanki de yüz yıl evvelden fal bakıyor…   Şimdi gene bir bar çok bilmişi diyecek ki: “ Bunların modası geçti…” Tam da onu söylüyorum! Kafanızda bunların modası geçti  ki tam zıddı şeyler söylemektesiniz! Savunduklarınız bunların görüşleri değil! Zaten Brüksel ile Washington’a ruhunuzu teslim ettiniz, söyledikleriniz sol/mol değil, Liberalizm… Kıbrıslı halkların değil, onların çıkarları yönlendiriyor fikir dünyanızı…  Burada çatışan iki milliyetçilikten, onların işine gelenini savunmaktasınız! Liberal’de de “Halkların kardeşliği” falan diye bir kaygı olmaz ki! “Ticaretime uyan” olur…    “Sol” falan değilsiniz, siginomi gumbares ce gumeras…    Fikir özgürlüğünüzü kabul eder, söylediğinizi dinler; cevabını da yazarız ama savunduğunuzun adını doğru koyun, istediğinizi söyleyin… Kimseyi  töhmet altında bırakmayın… Kimseyi de aldatmaya çalışmayın…
YAZARIN DİĞER YAZILARI