?>

15 Temmuz münasebetiyle…

Bülent Kaan Köse

6 yıl önce

1946 yılında yapılan PEO 4. Kurultayı’nda, 17 kişilik yönetim kuruluna 1 de Türk işçi seçilmişti. Söz konusu toplantıda “solcu” bir işçi örgütümüm ENOSİS politikasını eleştiren, bir diğer Türk işçiye ise verilen yanıt, şuydu: “Halkımızın çoğunluğu Helen’dir. Demokratik ilkeler çerçevesinde, halkımızın ait olduğu ulusla birleşme hakkı vardır.”! Ayni kaynakta, o zaman AKEL Genel Sekreteri olan sonradan bizim “en akıllı Rum “ dediğimiz Plutis Servas’ın da bir açıklaması var. Mealen diyor ki hazret, “ Kıbrıslı diye bir ulus olsa, bağımsız bir Kıbrıs devleti savunabilirdik. Ama Kıbrıslılar’ın ezici çoğunluğu Helen’dir. Bu bakımdan ulusal kurtuluş denilince, bizim için anlamı, Yunanistan’a katılmaktır.” Henüz akıl komamış anlaşılan, sonradan farklı şeyler söylüyordu, koltuğu kaybedince! Birkaç yıl önce Kliridis de Kızılyürek’e verdiği ropörtajda, gene mealen, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kıbrıs ‘halkı’na yapılmış büyük bir haksızlık” olduğunu ileri sürdü… “Self determinasyon hakkı’nı (yani Yunanistan’a bağlanmalarını) yasaklamış ve ülkedeki ‘küçük bir azınlığa’ çok fazla hak vermiş”! Şimdilik Kliridis’i bir yana bırakıp, iki “solcu” kuruluşun yorumuna bakalım. Diyorlardı ki “Ada halkı hep beraber, ortaklaşa, ülkenin geleceği ile ilgili demokratik yollardan bir karar verelim ve uygulayalım! Azınlık olan, elbette çoğunluk olana boyun eğecek! Yoksa demokratik olmaz! ” Bunlar solcu olduklarına göre, bu görüşü neyle kıyaslayacağız? Elbette ki Lenin ile… Üstad, bir ülkede birden fazla ulusal kimlik varsa, sorunu çözmek için, iki kimlik arasında kelle sayısına bakmadan eşitlik uygulanması olmadan, “müşterek hayatın” devamının imkânsız olduğunu ileri sürer ve der ki: “Polonyalı yoldaşlarımız, ulusların kendi kaderlerini tayin yerine ortaklaşa tayin iddiasını o kadar beğeniyorlar ki... Bütün gericiler ve burjuvalar, belirli bir devletin sınırları içinde zorla tuttukları uluslara, ortak bir parlamentoda, kaderlerini ‘ortaklaşa tayin etme’ hakkını, tanırlar. Wilhelm II de Belçikalılar’a, Alman İmparatorluğu’nun kaderini, bir ortaklaşa Alman parlamentosunda ‘ortaklaşa tayin etme’ hakkını tanıyor... Eğer bu (tavır NB) bu kadar yürekler acısı olmasaydı, gülünç olabilirdi!” Bir miktar lümpen ayran budalası, dünyadan bihaber, şu kadim “siz %18, biz %82” lâfını yeni duymuş  ve hak da verilebilir sandığını terennüm ediyor ya? Ne demokrasi hakkında genel bir fikri var, ne ulusal sorun ne Kıbrıs! İddiası var ama…  Hatırlatmanın tam da zamanıdır! Demokrasi, çoğunluğun diktatörlüğü, değildir! Hele böyle bir ülkede… Ya eşitlik olur veya hiçbir şey olmaz… Gelelim son günlerde çok moda olan obür meseleye: Garantiler… Barda biraya votka katmadan, “ayık kafa” ile bu meseleyi daha şimdi işiten bir miktar iddialı lümpen, zannediyorlar ki bu mesele ilk defa konuşuluyor! Türkiye 1974’te durduğu yerde geldi, bizim badriodilere Vehbi’nin kerakkesini gösterdi, korktu garipler… Şimdi istemezler bir daha analarının şarap çanağı kafalarına geçirilsin! Da onun için garantilerden çekinirler! Herhangi bir şey, siz duyunca var olmaz… Bu garanti meselesi ta Zorlu/Averof arasında 1958 yılında NATO toplantısında yapılan görüşmeden beri gündemdedir ve Kıbrıs Helen Milliyetçiliği’nin başlıca itiraz konusudur. Nitekim Zürih Anlaşması’nın onaylanması için beş tarafın katılımı ile Londra’da yapılan toplantıda, 18 Şubat 1959 akşamı  Makarios’un anlaşmaları imzalamasını engelleyen de bu konu idi… O gece ne olduysa oldu, 19 Şubat sabahı geldi, “imzalıyorum” deyip, herkesi hayrete düşürdü. Neden karşı Garanti’ye? 1960-63 arasında binlerce kez söyledi: “ Bu var olduğu sürece, Yunanistan’a bağlanmak üzere referandum, yapamam!” Sonra da AKRİTAS Planı’na açıkça yazdı: “ Bu niyeti söylemeyin ha! Dünyada genel geçer demokrasi şu bu prensipleri ile karşı çıkın, bağımsızlığımız ve egemenliğimiz ayaklar altına alınmıştır deyin ki dünya bize hak versin! Başka yere bağlanmak üzere bu hakkı istiyoruz, derseniz, dünya bizi desteklemez”! ( O planı da bizim sağ şeytanlaştırmasa, bıraksaydı adam gibi tartışalım, daha faydalı olurdu, bence… Türkleri bire kadar kıralım diye bir iddia yoktur orada… Camilere koyup yakalım, ırzlarına geçelim de yoktur. “Herhangi biz azınlık olduklarını kabul ettirelim” denmektedir. Sonrası başka mesele… Ha yazarı Papadopulos bir ara çözüm için tümümüzün kesilmesi gibi bir “çare” önermiştir ama… Şimdi konu o değil… Samson ile Yuannidis de gidip bunu Makarios’a söylemişler, haşörmetinize… Allah korkusu vardı herhalde ki dehşete kapılmış!) Şimdi bu bar müntesibi, dumanlı arkadaşların moda ettiği bir lâfçık var: Zaman değişti… Zaman değişti be “gobelya” ama, tezler değişmedi… Mal meydanda… Montana’dan beri 1959 moduna döndü gene badriodiler…  Bizde değişti, amenna… Oyanda galiba 1071’de Romanos Diogenes ordusunda sanır halâ kendini bazı arkadaşlar! Zamanla alâkaları yok… Dondular, dururlar… Kendi milliyetçiliğinizle uğraşmak, karşıt milliyetçiliğe çanak tutmakla olmaz!
YAZARIN DİĞER YAZILARI